Bafra Katranı Ve Yaşanmış Bir Öykü

Bafra katrani ve yasanmis bir oyku
Bafra Katranı Ve Yaşanmış Bir Öykü
Yüzyıllardır üretilen bu kapkara sıvıya insanoğlu kimi zaman karasu, kimi zaman ağacın kanı adını verdi. Günümüze kadar ise katran adını taşıyarak ulaştı. Katran neydi neyden yapılıyordu, insanoğlu için neden bu kadar önemliydi, bu yazımda onun cevabını arayıp bir de öykü anlatacağım.
BAFRA KATRANI EN KALİTELİSİ
Çoğunlukla sedir gibi bol reçineli ağaçlardan elde edilen katranın yapımı son derece meşakkatlidir. Osmanlı coğrafyasında en çok Lübnan’da üretilmekteydi. Çam ağacının bolca yetiştiği Toroslar’da da katran üretimi gerçekleştiriliyordu. En kaliteli katran ise Bafra ve civarında üretilendi.

Bitkisel Katran (Çam katranı, Kaim katran, bise, püse, kara katran, sarı katran); Kızılçam veya Karaçam türünün çıralı kök ve gövde parçalarının yakılması ile elde ediliyordu.

KATRAN NASIL ÜRETİLİR?
Katran üretimi için toprakta 50 cm çapında ve 40-60 cm derinliğinde bir çukur açılıyor, çukurun içi çamur ile iyice sıvanıyordu. Bu çukurun yanına daha küçük ve daha derin bir çukur açılıp bunun da içi çamur ile sıvanıyordu. Bu iki çukur dip kısımdan bir boru ile birbirine bağlanıp, kırılmış çıralı kök ve gövde parçaları büyük çukura dolduruluyor üzeri çamur ile sıvanıyordu. 

Bu sırada küçük bir yakma deliği bırakılıp. Sıvanan kısmın üzerine bir naylon parçası örtülüyor üzeri tekrar çamur ile sıvanıyordu. Sıvama işi tamamlanınca, fırındaki odun parçaları, yakma deliğinden tutuşturuluyordu. Odun parçalarının yavaş yavaş yanmasıyla meydana gelen katran dipteki boru yardımıyla küçük çukur içinde toplanıyor, toplanan katran soğutularak yine çamdan yapılan ağaç varillere konularak satışa hazır hale getirilip katarlar sayesinde Anadolunun her her bir yanına taşınıyordu.

KATRAN NERELERDE KULLANILIR?
Katran tıbbı olarak insanlarda egzama gibi cilt hastalıklarında ve sivrisinek , kene ve böceklerin vücuda yanaşmaması için kullanılırdı. Koyun keçi ve büyükbaş hayvanlarda ise cilt hastalıkları başta olmak üzere ayaklardaki yaralanmalarda ve uyuz köpeklerin tedavisinde kullanılırdı. Teknelerde ise kalafatlama işi katranla yapılıyordu.

Ahşaptan yapılan evlerin taşıyıcı direkleri, buğday ve mısır ambarlarının dış yüzeyı korozyon ve haşerelerden korumak için katranlanırdı.

Bunların yanısıra, gümüş ve altın işlenen küçük işletmelerde, kağnı arabalarının mazı ve tekerleklerinin yağmur ve diger dıs etkenlerinden korunmasinda kullanılan katranın alicilari arasinda Devlet daireleri de vardi. PTT telefon direkleri bocek ve yağmurdan korunmasi için katranlaniyordu. Aksi durumda direkler çabucak çürüyordu.

BENGÜ VE KATRAN
Katranın Bafra’da en çok üretildiği yer ise bir dağ köyü olan Bengü idi. Köyün sakinlerinin başlıca geçim kaynaklarından biri kendi tabirleriyle katran yakmaktı. Civarda Sedir ağaçlarının bol miktarda olması bu mesleği cazip kılıyordu. 
Katran bölgede o kadar fazla miktarda üretiliyordu ki geçmişte Bafra’ya şimdi ise Alaçam’a bağlı Dütmen Dağı’nın adı “Katran Dağı” adını tasımaya başlamıştı. 

KATRAN KARASINDAN GERÇEK BİR ÖYKÜYE...
Şimdi çok az miktarda üretilen ve sentetik olanı kullanılan katran karasından gerçek bir öyküye doğru uzanıyoruz...
Doğadaki her canlının genetik bir kodlaması var. Aynı cins canlıdan yine aynı cins bir canlı ürüyor. Farklılık gösteren kısımsa beyin hücrelerinin düşünme özelliği ve atalardan geçen huylar. İşte ben burada huylarımın çok meraklı biri olan babaanneme ve babama benzediğini düşünürüm. Bunu belki de en iyi özetleyen adını da taşıdığım dedemin çok kullandığı bir atasözü:

"KATRANI KAYNATSAN OLUR MU ŞEKER, CİNSİNE YANDIĞIM CİNSİNE ÇEKER"

Dünyadaki tüm insanların bugüne kadar hep işleri olmuş, kimi az çalışmış kimi ise çok. Bazıları çok kazanmış bazıları ise yok.
Babamın tüccar ve sanayici olması çocuklarınıda aynı yöne itecek, severek ve çok çalışarak bugünlere gelecektik.

Çocuk yaşlarda başladığımız iş gezilerine emekli olana kadar devam etmis ediyorduk da. Yarım asrı geçen süre içinde hep Anadolu yollarındaydık. Yol, ben ve ailem için yanlızca kazanç kapısı olmamış hep bir şeyler öğrenmiştik. Öğrendiklerimizi bizden sonrakilere aktarmak en büyük zevkimizdi.

Kültürlü bir insanın insanlığa borcu olan bilgi aktarımını elimizden geldiğince yapıyorduk. Bende yollarda yaşadıklarımızı yazarak sizlere aktarmaya çalışıyorum.

AVANOS’TA BENGÜ’NÜN KATRANI
İşte yakınlarda dinlediğim bir yol öyküsü. Eylül 2015 tarihinde bir iş gezisine çıkmış, müşterilerime uğradıktan sonra Nevşehir’in turistik ilçesi Avanos’ta butik otel haline getirilmiş tarihi bir konakta kalıyordum.

Kaldığım tarihi mekanın sahibi konağı dikkatle inceleyip gezdiğimi görünce dayanamamış olacak ki yanıma gelip kibarca sordu: “size yardımcı olabilir miyim”
işte bu soru gizli kalmış bir sürü hazineyle buluşturacaktı yine beni...

Tarihi konağın sahibi Ömer Faruk Bey, yarım saat bile geçmeden çok samimi bir büyüğüm olacağı hissini bana vermişti. 

Grçekten çok bilgili biriydi. Nerelisin diye sorduğu soruya “Samsun’un Bafra ilçesindenim ama uzun yıllardır Samsun’da oturuyorum” cevabını vermiştim.

HİÇ KİMSELERİN BİLMEDİĞİ BİR ÖYKÜ
Her iki şehir adı da çok ilgisini çekmiş, meraklı yanımı görünce de heyecanlanmıştı. 
Bak dedi sana hiç kimselerin bilmediği gerçek bir öykü anlatacağım, dinlemeye hazırmısın?

Benim arayıp da bulamadığım şeylerden biriydi zaten. Güneş yüzü görmemiş Anadolu öyküleri. Anadolu öyküsü olsun da ister uzun olsun isterse kısa.

1900’lü yılların başlarında Osmanlı Devletinin denize kıyısı olmayan tüm bölgelerinde taşımacılık kervanlarlarla yapılıyordu. Kervanların çoğunluğu develerden oluşsa da katır ve eşek kervanları da vardı.
Eşşek kervanları yedi, dokuz ve onbirli gruplardan oluşuyordu. Yedi adet eşek olan kervan bir kervancı, diğerleri ise iki kervancı tarafından idare ediliyordu.

Yedi eşeğiyle kervancılık yapan bir Avanoslu, yıllardan beridir sadece bir tüccarın malını taşırmış. Kayserili bir Ermeni tüccar;
Bafra’ya sattığı dilmit cinsi kuru üzümlerini bu kervancıyla yollar, 
Bafra’dan da aynı kervancıya yıllar önce Bafra’da anlaştığı bir Ermeni tüccardan aldığı katranları taşıtır.

Kayseri’den Bafra’ya yolculuk yaklaşık 20 gün sürer, iki kervansarayın arası yaklaşık olarak 30 kilometredir. O zamanın bozuk ve kestirme olmayan rakamlarıyla mesafe yaklaşık 600 kilometredir.

Avanoslu kervancı yıllarca mal taşımaktan yorulmuş, kervan işini bırakmaya kara vermiştir. Kayserili tüccar son bir kez daha malını taşımasını ister. 
İstek çaresizce kabul edilimiştir, arada yılların dostluğu vardır...

Avanoslunun yedi eşekli kervanı, Kayseri’den aldığı kuru üzümleri sağ salim Bafra’daki tüccara taşımış aynı tüccarın sağladığı katran tenekeleri de Kayseri’ye gitmek üzere eşeklere yüklenmiştir.

Katrancı yine yorucu bir yolculuğu tamamlamış Kayseri’ye varmıştır. 
Hiç aklına gelmeyen bir şey başına gelmiş, malını taşıdığı tüccarın öldüğünü ve oğullarının da çok kısa zaman içerisinde İstanbul’a taşındığını öğrenmiştir. 
İşte o anda küçücük dünyası başına yıkılmıştır. 
Çaresizce ailenin İstanbul’daki adresini aramaya koyulur.

Henüz İstanbul’dan bir haber gelmemiştir. 
Kimse gidenlerin adresini bilmez, bilse de kervancının katranları İstanbul’a götürme imkanı yoktur.

Çaresizce elde kalan 28 teneke katranı kendi şehri olan Avanos’a doğru götürür ve mahzenine koyar.  

Gel zaman git zaman Avanos’ta katran ihtiyacı doğar. Hayvanlarda deri hastalıkları baş göstermiş hiç bir çerçinin ve tüccarın elinde katran kalmamıştır.

Birgün kervancının kapısı çalınır, “sende katran olduğunu duyduk, Bafra’dan getirmişsin, bizim de çok acil ihtiyacımız var” der. 

KATRAN TENEKESİNDE OSMANLI ALTINI
Kervancı fazla direnemez ilk katran tenekesi açılır.
İhtiyaç sahiplerinin gelmesi gittikçe artmaya başlar. Bir iki derken sıra altıncı tenekededir. 
Biraz sattıktan sonra katran tenekesine daldırdığı maşrapa tenekenin ortalarından aşağı inmez. 
Tenekede bir bölme vardır.

Çaktırmadan tenekeyi bir tarafa bırakıp yenisini açar, son müşterisini de gönderdikten sonra tenekenin içindeki bölmeyi açar ve gördükleri karşısinda şaşkına döner.

Bölmede Osmanlı altın liraları vardır. Yıllarca kuru üzüm içinde işlenmiş altın getirdiğini, katran tenekelerinin içinde de ziynet eşyalarının bedelini Osmanlı Altını olarak Kayseri’ye götürdüğünü anlar. 
Kayseri’deki tüccarın kardeşi altın ziynet eşyaları üretmekte. Bafra’daki tüccarın kardeşi de kuyumculuk mesleği yapmaktadır.
Yıllar içinde onları tanımış olsa bile aklına asıl işinin altın ziynet eşyası taşımacılığı yapabileceği gelmez. Bunun bir örneğini de meslek hayatı boyunca duymamıştır. 

Bahsi geçen yıllarda durumu iyi olan Müslüman veya Gayrimüslim ailelerin evleri geniş avluları olan konaklardan oluşuyordu. Evin büyüğü ve erkek çocukları evli olsun bekar olsun aynı konakta kalıyordu.
Bu yüzden olsa gerek evin bütün gelirleri tek bir merkezde yani evin en büyüğünde toplanıyordu. Taşıdığı altınlar sonuçta aynı aileye aitti. 
Malını taşıdığı tüccar ölmese bunu asla anlayamazdı.
Çaresizlik insanların aklına böyle çözümler getirebiliyordu.  O yıllarda kargo firmaları yok, tren, uçak, otomobil v.s. gibi ulaşım araçları zaten yok, hırsızlık gibi kayıplara karşı sigorta hayal bile edilemiyor. 

İşin en ilginç yanı ise taşınan altın bedelinin tahsilatının kervan tarafından yapıldıgını tüccarın çocuklarının bile bilmemesi.

Öyle olmasaydı tüccarın çocukları kervancıyı beklerdi. Gayrimüslimlerde iş ahlakının ne kadar yüksek olduğunu ve ticaretin sırlarının bazen çocuklara bile öğretilmediğine Cumhuriyet Döneminde bile şahit olmuşuzdur. 
iki kişinin bildiği asla sır değildir. 
Bu düsünce bu zorlu kervan yolunda kervancıların soyulmasını azaltmış canlarıni korumalarını da sağlamıştır.

Öykümüz burada bitiyor bitmesine de siz şimdi altınlara ne oldu onu merak ediyorsunuzdur...
Kervancı altınlarla Avanos’ta alabileceği kadar yer alıyor, aldıklari bu yerler çok ileri zamanlarda yani günümüzde inanılmaz değerlere ulaşıyor. Bugün kervancının torunları belki de Avanos’un en zengin ailesi. 
Yıllarca taşıdığı kuru üzüm ve katran nakliyesinden hiçbir şey kazanamasa da geleceği katran karası gibi olmuyor son seferinde başına gelenler geleceğini güneş gibi aydınlatıyor. 
Ver katranın karasından, biz korkmayız parasından, denilen günler artık çok uzaklarda kalsa da öyküleri bizleri asla yanlız bırakmayacak. Bu öykümüzde bu kadar haydi hoşçakalın.


Çam fıçıda katiranlar 
Dibinde oturanlar 
Bana bir ögüt verin 
Sevdadan kurtulanlar

Recep Yılmaz

  • BafraHaber Yorum
  • Bafra Katranı Ve Yaşanmış Bir Öykü içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0