Tik Tak

Tekrardan yazmanın vakti. Bedenim yerine ruhuma giydirdiğim zırh ile kendi hikâyemin en başındayken ben.  
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
Üzerimden gecen ve altıma aldığım hayatları, kırık ama tümsek aynamda bir ziyaretçi olarak izlerken tüm çekim gücüne karşı, tekrardan baharat kokulu sokaklarıma geri dönüyorum. Sanki ayak parmaklarımdan kürdansız ipliklerle asılıydım tersten dünyamın tavanına. Ben tersten gördükçe karakalemi, saksı çiçeğini,  uç uç böceğini, kırmızı yanan gece lambasını, kahverengi süet çantamı, cır cır böceğini, kesmeyen siyah uçlu makası ve de en önemlisi hava alamadığım akvaryumu... Ben tersten gördükçe hayat bana yüzümde çıkan bir ergenlik sivilcesinin taklidini yapıyordu ergen olmayan bedenim üzerinde. Belki de saçlarım bir rengin kızılı olup dalgalanmalıydı sessizce rüzgarımda, ben büyümeye başlamadan hemen önce ve hala annem kucaklasın isterken benim piti kareli gölgeli bedenimi. Tıpkı karınca duasındaki gibi. Hikaye de o yüzden bir karıncaya adandi, zamansız başlarken hayat ve de zamanla devam ederken yeryüzü ve yer ustu... Dinleyin sesi... Dinleyin zamansız zamanın sesini...
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
Çok çok yükseklerdeyim simdi. Beni bana bağlayan ip savruluyor gölgemden ayrı. Sanki şimdi her şey daha bir küçülmeye başlıyor plastik gövdemde. Git gide daha da uzaklaşıyorum yerden, zamandan, en çok da lastik kokulu geçmişimden. Ben yerden yükseldikçe, yavas yavas kabolmaya basliyor hersey. Önce bana ait olan mezarları yok ediyorum ardından da düdüğünü o gece kaybetmiş otopark bekçilerini gömüyorum kaybettiğim mezarlara. Sırf öbür dünyadan bir ses duymak adına yapiyorum bunu. Zaten sonrasinda da teker teker kaybolmaya başlıyor her şey... Sokaklar, kırık kaldırımlar, perdesi olmayan evler,  kesik plakalı arabalar, pazar günleri kapalı dükkânlar, kedilerin akvaryumda kılçık arar gibi yaptığı çöp bidonları... Hepsi daha bir küçülmeye başlıyor ben yükselirken yani ayaklarım kendi başına uçsun diye bırakırken beni yerden. Iste o anda anlamaya başlıyorum karincalarin ayna ve de optik arasında kalan yansımalarını. En çok da avuçlarım dışında ayaklarım hissediyor karincalarin yuvaya telasla taşıdıklarını hem de çetin geçecek bir kış  adina diger mevsimleri coktan kaybetmisken. Küçük küçük siyah noktalar... Ben yerden yükseldikçe,  hayatimin yüzeyindeki karıncalar daha bir nokta şeklini alıyor. Küçük küçük çalışkan siyah noktalara dönüşüyor sanki hepsi hem de mevsimsiz… Ellerine mavi küçük şemsiyeler veriyorum o yüzden hayata gözlerimi kapadığımda, ben onların yuvalarının altında yatarken ve de onlar göz kapaklarımın üzerinde gezerken karşılıksız kalmayalım diye. Karıncalarda bu iyiliğimin karsısında ellerindeki küçük mavi şemsiyelerle gökyüzünden süzülmeye başlıyorlar toprağa doğru. Sanki benim onlara verdiğim mavi şemsiyeler birer paraşüt oluyor karınca dualarındaki rüyalarında. Yavaş yavaş, usul usul süzülüyorlar gökten toprağa doğru  bana inat bensiz ve de cansız bir beden yükselirken göğe! Karıncalar yere inmeye ben göğe çıkmaya başlıyorum beni bana bağlayan ip,   ölü bir kız çocuğunun ellerinden kaçmışken. Sanki aile geleneği karıncalardaki gibi. Tansiyonum mu düştü` Yükseldim mi yoksa` Ben karıncalarımı görmeye başladım yükseldikçe` Yoksa siyah küçük, mavi şemsiyesiz noktalar mı benim gördüğüm`
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
Çok çok yükseklerdeyim şimdi. Beni bana bağlayan, beni bensizliğe bağlayan ip gövdemden ayrılmışken.  Belki de  o yuzden soylemeliyim artik kim olduğumu. Evet ! ben mavi bir balonum, küçük bir kızın ellerinden kaçırdığı.  Bu da o yüzden bir kız çocuğunun değil,  mavi renkte uçan bir balonun öyküsü yani benim öyküm... Artik kimseyi kandıramayacak kadar büyüdüm çünkü ve de nadasa bıraktım beni ve de bensiz geçecek bir hayati. Yani ara verdim ben her şeye.  Çünkü tozlu bir zamandı hayat. Hayatin üzerindeki tozu almanın da bir anlamı yoktu. Yoksa var mıydı` Daha mı temizlenecekti hayat yoksa daha mı kirlenecek` Kim daha akıllıydı` Ben yerden yükseldikçe siyah nokta olarak gördüğüm; kendini tek bir mevsime adamış karıncalar mı` Yoksa yerden mevsimsiz yükselen mavi bir balon olan hayatım mı hem de lastik kokan geçmişimi silmeye çalışırken ben…  Tozunu almaya çalışırken yani, tozlu bir zamandı ya hayatin kendisi...
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
İşte yeni bir manşet daha karşımda duran tersten asılı dünyamda. Okuyorum... Gazetenin olum manşeti. En sevdiğim yeri yani tüm gazetelerin. Hem de tüm ülkelerin gazetelerini okumaya çalışırken ben. Buna gittikten sonra başladım aslinda. Yani ucan mavi balon hayatimin ipini elimden kaçırdıktan sonra. Ardından da kaldığım evlerin ışık açma ve de kapama düğmelerini siler oldum ellerim ışığa dolayısıyla da karanlığa daha temiz dokunsun diye hem de kendim dışında kimseyi öldürmemişken ben. Ne de olsa katilleri bile yakından tanımıştı bir zamanlar olmayan bedenim. Gerçekten insan ve karıncaları öldüren katillerdi benim tanıdıklarım. Sonrasında sormuştum bir katile ve de katilsiz yaşayan küçük kardeşime. Kardeşim adını sudan alıyordu, denizdi adı, küçüktü ve de yapışkan tükürüğü altında yatan karıncayı ona sorduğumda banyo yaptırıyorum diyordu. Deniz öldürmüyordu karıncaları sadece üstlerine tükürerek banyo yaptırıyordu. Bir katile sordum sonralarında yani bana. Cevabi şu oldu. “tek bir mevsimi yaşadı karıncalar sen gibi. Ve seçilen kişi sen oldun yani sonbahar .” Ben öldürdüm o yüzden, hepsini ben yaptım! ”Daha fazla soru sormayın bana. Çok az cevabım oldu çünkü benim. Hiç çalışmadım ki bana sorulan ya da sorulacak sorulara. Çünkü ben hiç bir zaman inanmadım hayatin bir imtihan olduğuna. Öyle olsa bile kesinlikle bir gözetmeni yoktu. Hayat sadece bir hayattı içinde yasayanlar ya da yasadığını sananlar vardı… Akvaryum gibi...
Akvaryum balıkları! Tek yapamayacağım şey işte bu. Bir akvaryumun balığı olmak ya da bir akvaryum balığının sahibi olmak. Çünkü doğduğum evde babamdan sonra ben dışında kimse sevmez dokunmayı balığa dokunamadım gibi. Bir tek ben kaldım geride şimdi gökyüzüne uçan mavi bir balon olarak yükselirken yani gökyüzüne dokunurken. Dokunabildim en sonunda gökyüzüne ve de gökyüzündeki göğün kuşağına. Gökkuşağı Merhaba! Kaç rengin var senin yedi rengin dışında`
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
 Ayaklarım karıncalaşıyor tekrardan. Karınca istilası! Öç alıyorlar ellerine verdiğim mavi şemsiyelerin karşılığı olarak. Hala Kabul edemiyorum ölü gözler üzerinde yuva yaparak gezinişlerini. Simdi hiç bir zaman ondan öğrenemediğim ve de kendi kendime yapmayı başardığım kâğıttan bir gemi yapıcam ve de bırakıcam su yerine toprağın üzerine hem de dilek tutmadan soyadım gibi. Tüm istediklerim yabancı bir dili konuşuyor benim bile anlamadığım. Hiç bir dileğim yok çünkü artik benim. Suyu açıp kapadım şimdi, akvaryumda kalan son sahipsiz balığın efendisi olmamak adına.
Üşüyorum! Tüm kelimelerim üşüyor aslında o yüzden tüm kelimelerime kıyafetler giydirerek yeşil ve kırmızı spotlar altında kukla olarak oynatmak istiyorum. Ardından da annem sahneye çıkıyor birazdan uyandıracak beni “Hadi kalk yavrum diyecek” Sizce karıncalar benim onlara verdiğim mavi küçük şemsiyelerle yere inerken yani mezarlık üstüne,  çocuklarını uyandırıyorlar mı, ölüm uykusundan` Yoksa benim karınca yerine çöreotu yerleştirilmiş toprak altı gözlerim mi annemi beni uyandırırken görüyor hala,  alamamışken ellerime gökkuşağının kayıp sekizinci rengi olan temiz beyazı. Hatırlıyorum süt ve de tarçınlı kurabiye, annemin uyandırışı ardından bana kalan,  beni yok edenlerin aksine.
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
 Şimdi sanki mavi bir semsiye altında annem, babam ve de kardeşim bu fotoğrafı yapıştırdığım duvardan beni izliyor ben yerden yükseldikçe ve de bir o kadar uzaklaştıkça… Gidiyorum ve de dönücem. Sanki sansürlü bir film gibi aranıza tekrardan gelicem,  makasla yasaklanmış hayatimi kesmeyen uçlarda yasarken ben mevsimsiz bir zamanda,  delik deşik uykumdan uyanarak geri dönücem yanınıza. Anne! Uyandır beni ve sadece bir rüyaydı bu hayat de! Karıncalar yuva yapıyor nadasa bıraktığın hayat toprağının üzerine de! Ardından da kes şimdi şu ipi usulca annecim... O küçük kızın elinden kaçırdığı mavi uçan balonun ipini kes düdüğünü gece unutmuş otopark bekçileri adına ve yerleştir gözlerine ölüm ilanları dışındaki gazetedeki tüm haberleri ve şimdi beni oku... Uçuyorum gökyüzündeki yarısı yerde kalmış dünyaya... Seni seviyorummmm. Hep ole sonsuz anne...
Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...
Üzerime ispirtolu kalemle bir çift göz ve de gülen bir yüz şeklindeki ağzı çizen kız nerde yaşıyor şimdi` Olmayan hayatimin hangi zamanında kaldı o kız` Hangi ülkenin, hangi şehrindeki, hangi zamanı oynuyor ben onu yani uçan mavi bir balonu oynarken...
                          
Duyuyor musun saatin sesini ne diyor` Tik Tak... Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak...  Tik Tak... Akrep ve yelkovan saatsiz bir zamanın içinde kavuştu birden bire ve sabah oldu, duyduğum o ses beni uyandırırken uykumdan” Karıncalar göz kapaklarında değil yaşıyorsun sen kızım! Süt ve de tarçınlı kurabiye...”
Mavi ucan bir balonun öyküsüydü benim hikâyem karinca duasindaki karincalar ardimda biraktigim tarcinli kurabiyenin kirintilarini yuvalarina tasirken ilkbaharda. Ben hazir degildim aslinda sonbaharda ucurulan ucurtmalara karincalara hikâye anlaticiligi yapan mavi bir balonun olmayan hayatini oynarken. Ama zamansızdı iste mezarlıktaki karincalara emanet ettiğimiz ölülerimizin gidisi,  zamansız başlayan ve de zamanla devam yeryüzü ve yer ustu hayat karsinsinda. Eminim simdi babam biraktigim kurabiye kirintilarini yiyor karincalarin cetin gecicek kis adina tasidigi.
Bu arada kaç tabak eksiğim kaldı öldürdüğüm kelebekleri kırmızı ipliklerle tersten asılı olduğum dünyada servis etmek için`
Tik Tak..Tik Tak...Tik Tak...
 Setenay Dilek

  • BafraHaber Yorum
  • Tik Tak içeriğine yorum yapmaktasınız
Favicon
  • Toplam Yorum 0